
Darbenin simgesi 17'sinde bir fidan: Erdal Eren
Erdal Eren, 13 Aralık 1980'de yaşı 'büyütülerek' idam edildi. Hücresinin kapısında, idam edilmeden bir gün önce Savaş Ay tarafından çekilen o meşhur fotoğrafı, 12 Eylül darbesinin simgesi oldu...
Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 34üncü yıldönümü. Ve 12 Eylül denildiğinde bir simge isim hiç unutulmuyor: Erdal Eren...
13 Aralık 1980'de yaşı mahkemece büyütülerek idama edilen 17 yaşındaki Erdal Erenin hikayesi aynı zamanda darbenin yol açtığı yıkımın, ne amaç güttüğünün de hikayesidir. Özellikle o meşhur fotoğraf hâlâ yeni kuşaklara darbenin acımasızlığını hatırlatıyor. İşte o fotoğrafın öyküsü...
Fotoğrafı çeken gazeteci, geçen yıl kaybettiğimiz Savaş Ay. 2012de Sabah gazetesinde Hakan Dileke verdiği röportajda Savaş Ay, darbenin simgesi haline gelen fotoğrafı nasıl çektiğini anlatmıştı. İşte Savaş Ayın ağzından fotoğrafın öyküsü:
25-26 yaşlarındaydım. Milliyette çalışıyorum o zamanlar Folklor yarışmaları var. Oteldeyiz. Gösterimiz bitmiş otururken garson elinde bir kâğıtla geldi. Telefon var, sizi arıyorlar dedi. Gazeteden santralci Hasan arıyor; Abi hemen gazeteye gazeteye gelmeniz lazım... Geceyi bıraktım, fırladım gittim. Eren Güvener şöyle dedi bana: Yarın sabah en yeni elbiselerini giyip, en yeni makinelerinle havaalanına gidiyorsun. Saat 7 uçağıyla Ankara ya gideceksin. Ankaraya vardıktan az sonra Emin Çölaşan geldi. Çok teknik konularda çok iyi kalem oynatıyordu. Yeni bir yazardı ve beğeniliyordu. Bürokraside sıkı tanıdıkları vardı.
KARIŞTIR-BARIŞTIRIN ÖYKÜSÜ
Araçla Ankara dışına çıkıyoruz. Emin Abi nereye gidiyoruz? diye soruyorum, aldığım yanıt şu: Gidiyoruz, gidiyoruz! Bir zaman sonra Mamak Muhabere Okulu önüne geldik. Nizamiye Kapısında subaylar karşıladılar bizi. Üstümüz, başımız, çantalarımız... Her şey arandı. Ve dediler ki; İçeri soktuğunuz ne varsa dışarı çıkarken ne bir eksik ne bir fazla olacak Emin Çölaşan o zaman söyledi: Karıştır- Barıştır öyküsünü yazacağız.
E sevindim tabii ki. Çoğu arkadaşım orada. Mamakta yatıyor. Onları göreceğim. Bir yere getirdiler bizi. Ytong taşından özel yapılmış bir bina. Girdik kapıdan içeri. Herkes tek sıra dizilmiş, tek tip elbiseli. Yan yana duruyorlar ve fakat yaş ortalaması yüksek bir koğuş. Birini çok iyi tanıyorum ama çıkaramıyorum. Dimdik duruyor hazırolda ve karşıya bakıyor. Herkes birbirine benziyor ama onu çok iyi tanıyorum; dikkatlice baktım; Yaşar Okuyan.
DOĞU PERİNÇEK-TAHA AKYOL-AKİF EMRE YAN YANA
Evet... Koğuş çavuşu yapmışlar onu. Hemen yanında Doğu Perinçek. Onun yanında Taha Akyol, Süleyman Arif Emre Komutan oradakilere dönüp konuştu: İki grubun lideri olarak şöyle bir sarılın el sıkışın da görsünler. Arkadaşlar fotoğraf çekecekler! Yaşar Okuyanın böyle daha çelebi bir havası vardır. Biraz daha munis davranıp o tarafa doğru yöneldi ama Doğu Perinçek sert çıktı: Ben burada olmamdan sorumlu tuttuğum adamı ne sarılıp öpeceğim! Bunu söylerken de mahkeme duvarı gibiydi yüzü. Çok kızmıştı. Bunu duyan Raci Tetik resmen gürledi orada. Sinirlendi ve bir şeyler söylemeye başladı. Hemen Emin Çölaşan müdahale etti: Çok rica ederim komutan. Biz olağan şeyleri görüntülemeye geldik! Suni bir şey yapıp da tansiyonu yükseltmeyelim.
Karıştır-Barıştır koğuşlarına soktular bizi. Devrimci Yol davasından insanların yattığı koğuşlara geldik. Tepeleme insan dolu içerisi. HDÖ, Acilciler, MLSBP, Halkın Yolu Bakın bu gruplardan insanlar geçmişte çok sert konuşurlardı; çok sert. Basın açıklamalarından röportajlardan biliyorum. Ben öylesi bir alışkanlıkla öyle bir jargon bekliyorum karşımda. Bölge sorumlusu olduğu söylenen adam ağlayarak Atatürkün Gençliğe Hitabesini okuyor.
İKİ ÜLKÜCÜ, BİR DEVRİMCİ...
Sonra bizi yemekhaneye götürdüler. Orayı fotoğraflayacağız. İçlerinden birini görünce çok şaşırdım. Tabii o da. Bana, beni tanıma gibisinden işaret yaptı. Sonra bir biçimde yan yana geldik. Bana eğildi ve fısıldadı; Yarın Erdal Ereni asacaklar!
İdam mahkûmlarının kaldığı bloklara getirdiler en sonunda Yan yana üç hücre var. Birinin diğerlerinden bir farkı var; ampulü dışarıda yanıyor. Kabloyu hücrenin içine sokmamışlar. Kabloyu söküp kendine elektrik vermesin diye yapmışlar bunu. O hücre Erdal Erenin hücresiydi işte. İsa Armağan, Mustafa Pehlivanoğlunun yanındaki hücre. İki ülkücü, bir devrimci
Erdalın hücresinin kapısını açtılar. Karaltıyı gördüm ben. Erdal arkasını bize dönmüş, yüzü duvara bakıyordu. Talimat böyleymiş. Komutan gelirse arkan dönük tutuluyorsun. Komutan içeri girip seslendi: Erdal yüzümüze bakabilirsin! Bunu üç kere söyledi. Bu da talimatlar gereğiymiş. Erdal bize döndü. Bir komutan ve biz... Dört kişiydik hücresinde. Emin Çölaşan kilitlendi kaldı Erdalı görünce, çok etkilendi. Benim de muhabirlik sürecim olduğu gibi bu tür olaylar üzerine ama yarın asılacağını bildiğin bir çocukla karşı karşıyasın. Çorum, Kahramanmaraş, Sivas, Malatya, 1 Mayıs olayları, infazlar, kahve taramaları Bütün bu olayların içinde gazetecilik yapıyorum. Afrikada kabile savaşlarını da gördüm. On binlerce insanın bir kerede nasıl doğrandığını kareledim.
BENİ İBRETİ ALEM İÇİN ASACAKLAR
Erdala sordum; Bizimle duygularını paylaşır mısın Erdal? Bana bir baktı Emin Abi ve koluma vurdu. Hani burada soruları ben sorarım havasında. Doğru da aslında. Muhtemelen kimin ne yapacağı, hangi görevi üstleneceği yazılmıştı. Ama ben iyi ki de sormuşum. Yanıtladı Erdal: Beni ibreti âlem için asacaklar. Çünkü hiçbir savunmamı ve söylediklerimi dikkate almadılar. Karar verilmiş. Tamam, erin bulunduğu tarafa doğru bir el sıktım ama vurulan er yüzüstü düştü. Mermiyi benden yese arkaya doğru düşmesi gerekirdi. Arkadan vurulmuştu. Hem de iki mermiyle. Arazi davamız vardı; benim yaşımı büyüttüler; ben 17 yaşındayım 18ime tamamlamadım! Kemik raporum ortada, bunu dikkate almadılar! Beni burada bitki hâline getirtmek istiyorlar. Ailemle görüştürmüyorlar, gazete bile okuyamıyorum. Çözmek istiyorlar. Halkımı korumak için yaptım. Kitlemi korumak görevini üstlenmiştim, bunun için canımı bile verirdim.
Son derece ağırbaşlı, bu kadar tertemiz bir yüz. Düşün 17 yaşında çocuk karşında duruyor. Yakası kürklü bir palto var üstünde. Ekim ayı. Nasıl soğuksa o hücre. Konuştuk yatağının üzerinde. Sonra çıktık. Bitmişiz hepimiz duygusal olarak.
Emin Çölaşan bana dedi ki; Yahu kardeşim karşında idam edilecek bir adam var, ona sorulur mu böyle bir durumda duyguların ne diye? Dedim ki; Gazeteci duygularını erteleyen adamdır! Şimdi ağlayacağız! Şimdi kafamızı duvarlara vuracağız. Bizim duygulanma hakkımız yoktur! Gazete bizi buraya duygulanmaya göndermedi! Onu son görenler bizleriz. Bak neler çıktı; vasiyetini yazdırdı bize! Neyse, İstanbula geri döndük Gazeteye geldim. Açtım sayfaları Flaş, flaş, flaş Erdal Eren bu sabaha karşı idam edildi! Odaya kapanıp çöktüm. İki saat ağladım.
SEZEN AKSU BENİ ARADI. FOTOĞRAFTAN ÇOK ETKİLENMİŞ
Bütün filmleri gazeteye teslim ettim sonra. Bir kasada sakladılar. Sonra beni Sezen Aksu aradı bir gün. Gazetede yayınlanan Erdalın o son bakış fotoğrafından çok etkilenmiş. Biz o fotoğrafı şarkı yaptık dedi. Ne müthiş bir şey. Duyarlılık gösteriliyor, sözler yazılıyor. Onno Tunç yapıyor düzenlemeyi
ERDAL DA ÖLDÜRDÜĞÜ İDDİA EDİLEN ER DE AKRABAM
Sezen Aksudan yıllar sonra bir başka ünlü sanatçı, Teoman da 17 adlı şarkısını yazar Erdalın. Ardından İki Çocuk adlı şarkısını besteler. O şarkı yıllardır açıklamadığı bir sırrı da saklıyordur. Hem Erdal Eren, hem de onun öldürdüğü iddia edilen er Zekeriya Önge akrabasıdır. Birgün gazetesine verdiği röportajda şöyle anlatır Teoman:
"Erdal Eren, bizim evde sürekli sözü edilen birisiydi. Giresun'dan akrabamızdı. Asıldığı gün annem ve ben çok üzüldük. 'İki Çocuk' adlı şarkıma bu duygularla başladım. Şarkımda, sadece bir suç unsuru olarak bahsedilmesine içerlediğim, er Zekeriya Önge de var. Garip bir rastlantı ama onun da akrabamız olduğunu öğrendim."
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.