
Hrant Dink için anma töreni
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, katledilmesinin 8. yılında binlerce kişinin katılacağı bir törenle anılacak.
19 Ocak 2015, Hrant Dinkin katledilmesinin 8. yılı. Bugün akşamüstü saat 15.00te Agosun önünde yine binlerce kişi onu anacak, bir kere daha Hrant için - Adalet için diye haykıracak.
Taksim Meydanı'ndan Agos'a yapılacak yürüyüşe binlerce kişi katılacak.
Dört yakın arkadaşı Hrant Dinki Cumhuriyet gazetesine anlattı.
Ümit Kıvanç, Baskın Oran, Ali Bayramoğlu ve Aydın Engin Hrant deyince sizi en çok güldüren, en çok öfkelendiren, gözyaşı döktüren birer anı aktarın sorusuna yanıt verdi.
Ümit Kıvanç
Dava değil müsamere
Hrant deyince benim aklıma Hrant gelemiyor ki artık. Onunla birlikte güldüğüm anlar da gelmiyor, gelemiyor. Tebessüm edecekken birden içimde öfke köpürüyor. Hrant dendiğinde aklıma sadece onun öldürüldüğü ve cinayetin ardından sergilenen pişkinlik geliyor diyerek üç soruya sadece tek cevap verebileceğini belirtti ve şöyle dedi:
Bu bir dava değil müsamere. Sekiz yıldır, Hrant Dink cinayeti davası adı verilmiş bu müsamerede rol alıyoruz. Bu müsamereye müsamere dediğimiz için kimileri abarttığımızı düşünebilir. Ne de olsa mahkemedir, diye geçebilir insanların aklından. Ben size söz konusu müsamereden, kara mizahın doruğuna ulaştığı bir örnek anlatayım da her türlü şüpheniz dağılsın.
Biliyorsunuz veya söyleyince hatırlayacaksınız: Meşhur bir valilikte tehdit olayı var, Hrantın öldürülmesine giden süreçte. Sabiha Gökçenin Ermeniliğine ilişkin haber üzerine Hrant İstanbul Valiliğine çağrılmış, orada vali yardımcısı Ergun Güngörün odasında iki MİTçi tarafından, usûlüne uygun şekilde ikaz edilmişti.
Devlete sorarsanız, bu, Hrantın selameti için yapılmış bir uyarıydı. Ancak hakikat istiyorsanız devlete sormazsınız herhalde, niye soracaksınız!.. Hepimiz biliyoruz ki, bu, Yasin Hayalin mahkeme girişinde Orhan Pamuk akıllı olsun diye bağırmasıyla aynı şeydi. Hranta akıllı ol! demişlerdi. Cinayete giden yolda sembolik uğraklardan biri olan tehdit, aynı zamanda, yaklaşan eylemin resmi niteliğinin ispatı niteliğindeydi.
Mahkemede Dink ailesinin avukatları, nice uğraşlardan sonra, mahkeme heyetine taleplerini kabul ettirebildiler, mahkeme, şu şu şu tarihte valilikte Hrant Dinkle görüşen iki kişinin isimleri ve görevlerinin İstanbul Valiliğinden sorulmasına karar verdi. Soruldu da. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, mahkemeye bir sayfalık bir cevabi yazı gönderdi. Yazıda her şey vardı ancak sorulan sorunun cevabı, yani iki kişinin isimleri ve görevleri yoktu.
Avukatlar mahkeme heyetine, sorunun cevabı alınmadı, tekrar sorulsun dediler. Hâkim, gelen yazıyı gösterip, İşte cevap dedi. Sorduk, valilik de cevap verdi, dolayısıyla bir daha sormamıza gerek yok.
Fıkra değil, espri değil, hiç eğlenceli değil. Böyle işte, yıllardır boyuna top çevrilen, hepimizle alay edilen o müsamere
Baskın Oran
Karşılıklı ağlaştık
Hrant adı geçince keyifle gülerim... Bütün toplumsal önemi ve ciddiyeti bir yana, Hrant çok hoş ve matrak bir arkadaştı.
Mart 2002de Michigan Ann Arbora, üniversiteye gidiyoruz bir Ermeni konferansına. Uçak indi, gümrükten geçeceğiz, eşim Feyhanla ben sorunsuz geçtik. Hrantı durdurdular, esmer ve iri yarı ya, başladılar baştan aşağı aramaya. Pabuçlarını çıkarttırdılar, en sonunda da pantolonunu işaret ettiler. O anda Hrantın yüzünü görecektiniz; Malatyalı delikanlı, Feyhanın önünde kemerini çıkartamıyor, kıvranıyor. Biz de hainlik bu ya, karşısına geçmiş kırılıyoruz onun haline
Hrant denince öfkemin tepeme çıktığı tek bir an var. Öfkem ona değildi elbet. Hrantla ilişkimizde tabii ki böyle bir anı söz konusu değil. Çünkü kızmak bilmez, insanı öfkelendirecek şey yapmasını bilmez. En azından, ben rastlamadım.
Ama onunla ilgili olarak öfkemin tepeme sıçradığı bir an tabii ki var. 2007 yılbaşını Bodrumda geçirmişiz, biraz daha kalıyoruz, bahçedeki kulübede çalışırken bir telefon. Eski bir öğrencim, şimdi emekli büyükelçi: Abi, duydun mu Hrantı vurmuşlar!
Hrant denince gözlerimin dolduğu bir anı istiyorsunuz. O kadar çok ki İlkini aktaracağım..
İlk konuşmamızdı, tanışmamızdı. Telefonda. 1993ün Aralık ayı. Ben o sırada Aydınlıkta yazıyorum. Çünkü Aydınlık o zamanlar şimdiki gibi değil; gayrimüslimlerin ve özellikle de Kürtlerin sorunlarına alabildiğine açmış sütunlarını. Ekimde Milli Eğitim Lozanı çöpe atan bir karar almış, Ermeni azınlık ilkokullarında Ermenice dersi dışında bütün derslerin artık Türkçe yapılmasına karar vermiş. Din dersi ve müzik dahil olmak üzere. Hatta, haberini Cumhuriyette Aydın Engin imzasıyla okumuştum. Ben de MEB Talim ve Terbiye Kurulunu İhbar Ediyorum! diye beş gün süren bir dizi yazmıştım, Lozanın nasıl böyle ihlal edilebildiğine dair.
Telefon. Mülkiyede bölüm odasına bişeye bakmak için uğramışım, sekreter telefonla konuşuyor, beni görünce işaret etti, sizi arıyorlar diye.
Ben Fırat Dink, İstanbullu Ermeni işadamıyım diye başladı söze. Devam etti: Bizim cemaatimiz için, bizim sıkıntılarımız konusunda köşe yazınızda çok güzel şeyler yazmışsınız, size teşekkür etmek için telefon ediyorum.
Ve sesi titremeye başladı.
Ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım boşandı. Sekreter kıza arkamı dönüp ben de sessiz sessiz gözyaşı dökmeye başladım. Bir süre böyle gitti, konuşmadan, sonra karşılıklı bişeyler söyledik, buluşmaya söz verdik, kapattık. Bir süre sersem gibi dolaştım. Hatırladıkça kötü olurum. Sadece bu karşılıklı ağlaşmaya değil; bir insanın ismini gizlemek zorunda kalmasına da çok kötü olurum
Ali Bayramoğlu
Tarih oğlum, bedeli sana ödetiyoruz
Ali Bayramoğlu soruları ikisi çok güldüğü, biri ise bugün de gözyaşlarıyla hatırladığı üç anı ile paylaşmayı yeğledi.
Etyen ve Hrantın ortak yönlerinden birisi at yarışı sevmeleri ve oynamalarıydı. Her gün telefonlaşırlar, tüyo ve fikir alır verirlerdi. 2006 yazı olsa gerek, bir ara ortak oynamaya başladılar. Fena iş çıkarmıyorlardı. İki kaybediyor, bir kazanıyor, işi karlı götürüyorlardı. Burgazadada bir gün yine kazanıp havalandıkları bir gündü. Ben ne at yarışı, ne oyun severim. Ama bunların havasına bakıp, Ben de ortak oluyorum arkadaş dedim. Başladık oynamaya, durmadan kaybediyoruz. Aradan ay geçti. Durum felaket. Ulan dedim ne oluyor, ikiniz oynayınca kazanıyorsunuz, üçümüz olunca kaybediyoruz İkisi de müstehzi, Tarih oğlum, kolayını bulduk, bedeli sana ödetiyoruz demişti Hrant.
2005. Yine aynı üçlü Marsilya dönüşü, trendeyiz, istikamet Paris. Hrantın ayaklarını uzatıp Memleketi özledim, buralar güzel ama ben yaşayamam diye tren seyahati boyunca Fırat türküsü, Sarı Gelin çığırdığı yolculuk. Pariste vardık yine bilet alınacak. Fransızca bilen ben olduğum için öne sürülüyorum. Gişedeki indirimli olan var mı? diye soruyor. Bir tam, iki Ermeni esprisi kimin ağzından çıkıyor şimdi hatırlamıyorum. Ama Paris metrosu üçümüzün kahkahalarıyla çınlamıştı. Sonra bu hikâyeyi anlattıkça gülmüştük. Şimdi anlatıp tebessüm ediyoruz.
Cinayete doğru. Bir telefon geldi Hranttan. Gazeteye gelebilir misin diyordu. Gittim. Bir tehdit mektubu gelmiş. Gönderici adı Mahmut Yıldım. Oğlunu vuracağız, sonra şuraya bırakacağız diyen. Aile tehdidi iyice germişti Hrantı. Ne dersin, ne yapmalıyım. Gideyim mi bu ülkeden diye sormuştu. O soruyu, ona hemen çek git diye cevaplamadığımı hatırladıkça, bugün bile gözüme yaş dolar.
Aydın Engin
Bugün de aklıma geldikçe gülerim
İkimiz karakışın ortasında Kınalıadaya kaçamak yaptık. Karılarımızın denetimi dışında kalıp istediğimiz kadar içeceğiz. Güneşli ama kuru soğuk bir havada, vapurun güvertesinde martılara simit fırlatarak oyalanıyoruz. Bir martı şimşek gibi daldı, elimdeki simidi kapayım derken parmağımı gagaladı. Parmağım kanıyor. Bizimki sırıtıyor, Yanında ben varım ya, martı seni de Ermeni sandı. Bu garanti milliyetçi bir Türk martısıdır. Bu sataşmayı cevapsız bırakamazdım. Saçmalama, bak Kınalıada sularına girdik sayılır. Bu bal gibi Ermeni martısıdır dedim. Biraz düşündü. Yine sırıttı. Olabilir. Akla uygun dedi, Öyleyse bu martı senden 1915in hesabını soruyor demektir. Haydi ver hesabını, yoksa öteki parmağına da dalacak
Bugün de aklıma geldikçe öfkelenirim
Vilayetten telefon edip bir görüşme için gelmesini istemişler. Davetten çok emir gibiydi dedi. Gitsem mi gitmesem mi diye sorup bizlere danıştı. Git. Nolacak ki? Git tabii dedik. Gitti. Odada vali muavini susmuş, kim olduklarını açıklama zahmetine bile girmeyen iki adam konuşmuş ve Hrantı tehdit etmişler. Sabiha Gökçen haberini hatırlatıp Ayağını denk al, aklını başına topla, başına bir şeyler gelebilir demişler.
Kısa süre sonra da öldürüldü. Cinayetin ertesi günü AGOSun önünde toplanan genç habercilere açıklama yaptım ve vali muavini odasındaki tehdidi anlattım. İstanbul valisi birkaç gün sonra bir basın toplantısı düzenledi ve O gazetecinin söyledikleri kesinlikle yalandır. Hrant Dink valilik binasına gelmemiştir bile dedi. Bana da öfkeyle sövüp saymak kaldı.
Bugün de aklıma geldikçe gözlerim dolar
Şişlide daracık bir mahkeme odasında yargılanıyoruz. Sanık bizleriz: Hrant, Sarkis Seropyan, Arat Dink ve ben. Dinleyiciler bölümünde bütün haşmeti ile Veli Küçük ve adamları yerlerini almışlar. Müdahil avukat olarak da Kemal Kerinçsiz ve adamları. Arkalardan tükenmez kalem, metal para ve hatta tükürük yağıyor. Yargıç deneyimsiz ve çaresiz. Seyrediyor. Herkes iç içe. Dirseklerimiz birbirine değiyor. Benim payıma da Kemal Kerinçsizin ve avukat cüppesi kuşanmış bir adamının dirseği Üçüncü ya da dördüncü dirsekten sonra Hrant kulağıma eğildi. Abi yer değiştirelim dedi. Şaşırarak yüzüne baktım. O devam etti: Ben alışkınım. Çünkü Ermeniyim. Sen değilsin. Mahkeme salonunda ağlayacaktım. Arkadaşımın fedakârlığına filan değil. En iyi evlatlarından, en değerli yurttaşlarından birini böyle düşünmeye ve söylemeye iten zihniyetin kol gezdiği bir ülkede yaşıyor olmanın utancından
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.